Zamanda geriye gidebilseydin, hangi yıla gitmek isterdin?
1920'li yılları en keyifli temayla işleyen filmlerden biri Midnight in Paris. Fimde, ana karakter Gil Pender'in Paris'te gece yürüyüşleri sırasındaki tesadüfi bir keşfi sonucu 1920'lere büyülü bir yolculuk işleniyor. Bu yılların sanatsallığı, Paris sokakları ve şarap eşliğinde geçen yolculuk bir Cole Porter şarkısı kıvamında seyrediyor adeta.
20'ler birçok açıdan sanatsal, çekici ve büyüleyici bir dönemi yansıtır. Bir yazar veya başka herhangi biri için bu dönem altın çağ olarak nitelendirilebilir. Sanatın her dalında çok önemli eserlerin ortaya çıktığı ve büyük isimlerin yaşadığı bu dönemin özellikle bir sanatçı için altın değerinde gözükmesi son derece normal bir durum. Bu açıdan bakıldığında, filmde Pender'in bir yazar olarak Paris'e nişanlısı ve onun ailesiyle gelip çok iyi zaman geçirmediğinde bu döneme gitmesi de aynı paralellikte beklenen bir sonuç. İlham verici isimlerin bir arada bulunduğu döneme gitmek, Pender'in ortaya çıkardığı romanını da geliştirmesine yardımcı oluyor.
Yazar ve yönetmen Woody Allen birçok filminde ortak kullandığı temaları Midnight in Paris'te de kullanıyor. Hayal etme ve fantazi konsepti filmin geneline hakim durumda. 20'lerden gelen arabayla çıkılan yolculuk, Kül Kedisi masalına değinircesine geceyarısı çanlarıyla başlıyor. Nostaljinin romantizminde kaybolmak isteyen kahraman ile film boyunca nostaljiyi yaşıyorsun. Gerçekten uzaklaşmayı seven Woody Allen burada gerçeküstü bir iş çıkararak hayal ve kurgu arasında çok başarılı bir hikaye çiziyor. Romantizmle filmin her saniyesini süsleyen Woody Allen, esprili yorumlarını zeki bir şekilde konumlandırmayı da unutmuyor.
Önemli noktalardan biri, Pender'in bu kadar hayal ve gerçeküstü temasıyla çevreliyken, bu temaları yaratmış ve her hücresine kadar benimsemişken, bir gerçeklik farkındalığına varması ve bu gerçekliğe tutunup tavşan deliği içinde kaybolmamayı tercih etmesi. İnsan sonuçta her gün Ernest Hemingway ve Scott Fitzgerald ile edebiyat yapamıyor, Pablo Picasso ile beraber eserlerini inceleyip ardından Salvador Dali ile şarap içemiyor.
1920'li yılları en keyifli temayla işleyen filmlerden biri Midnight in Paris. Fimde, ana karakter Gil Pender'in Paris'te gece yürüyüşleri sırasındaki tesadüfi bir keşfi sonucu 1920'lere büyülü bir yolculuk işleniyor. Bu yılların sanatsallığı, Paris sokakları ve şarap eşliğinde geçen yolculuk bir Cole Porter şarkısı kıvamında seyrediyor adeta.
20'ler birçok açıdan sanatsal, çekici ve büyüleyici bir dönemi yansıtır. Bir yazar veya başka herhangi biri için bu dönem altın çağ olarak nitelendirilebilir. Sanatın her dalında çok önemli eserlerin ortaya çıktığı ve büyük isimlerin yaşadığı bu dönemin özellikle bir sanatçı için altın değerinde gözükmesi son derece normal bir durum. Bu açıdan bakıldığında, filmde Pender'in bir yazar olarak Paris'e nişanlısı ve onun ailesiyle gelip çok iyi zaman geçirmediğinde bu döneme gitmesi de aynı paralellikte beklenen bir sonuç. İlham verici isimlerin bir arada bulunduğu döneme gitmek, Pender'in ortaya çıkardığı romanını da geliştirmesine yardımcı oluyor.
Yazar ve yönetmen Woody Allen birçok filminde ortak kullandığı temaları Midnight in Paris'te de kullanıyor. Hayal etme ve fantazi konsepti filmin geneline hakim durumda. 20'lerden gelen arabayla çıkılan yolculuk, Kül Kedisi masalına değinircesine geceyarısı çanlarıyla başlıyor. Nostaljinin romantizminde kaybolmak isteyen kahraman ile film boyunca nostaljiyi yaşıyorsun. Gerçekten uzaklaşmayı seven Woody Allen burada gerçeküstü bir iş çıkararak hayal ve kurgu arasında çok başarılı bir hikaye çiziyor. Romantizmle filmin her saniyesini süsleyen Woody Allen, esprili yorumlarını zeki bir şekilde konumlandırmayı da unutmuyor.
Önemli noktalardan biri, Pender'in bu kadar hayal ve gerçeküstü temasıyla çevreliyken, bu temaları yaratmış ve her hücresine kadar benimsemişken, bir gerçeklik farkındalığına varması ve bu gerçekliğe tutunup tavşan deliği içinde kaybolmamayı tercih etmesi. İnsan sonuçta her gün Ernest Hemingway ve Scott Fitzgerald ile edebiyat yapamıyor, Pablo Picasso ile beraber eserlerini inceleyip ardından Salvador Dali ile şarap içemiyor.