5 Haziran 2017 Pazartesi

I'm a Cyborg, But That's OK - Sihirli çoraplarla uçmak

Güney Kore'den sadece korku ve gerilim değil, farklı bir romantik komedi çıkabileceğinin en güzel kanıtı diyebileceğim bir film I'm a Cyborg, But That's OK. Romantik komedi derken bildiğimiz klasik sıkıcı olanlardan değil, delilerin bakış açısından romantizm nasıl olurmuş dedirten bir film aslında. Onların gözünden dünyayı gösteren ve bir şekilde bunu garipsemememizi sağlamayı başaran bir film.

Ana karakter Cha Young-goon bir cyborg olduğunu düşünüyor ve buna tamamen inanmış durumda, gerçekliği bu. Her türlü makineyle ananesinin dişlerini takması sayesinde konuşabiliyor. Ananesine baktığımızda, onun da kendisinin bir fare olduğunu düşünmesi, Cha Young-goon'a küçüklüğünden beri onun bakmış olması Cha Young-goon'un akıl sağlığının bu noktaya gelmesindeki en büyük faktörlerden biri. Annesinin konuşmalarının yükseliş ve alçalışlarıyla, kafa karışıklığı ve olayları anlatış biçimiyle onun da çok normal bir karakter olduğu söylenemez tabi. Aile dinamiğinin gösterilme biçimi de filmin gerçekdışı temasıyla paralel olarak bulutlar üzerinde süzülüyor adeta.

Cha Young-goon'un akıl hastanesine yatırıldığında tanıştığı Park Il-sun ise nispeten daha kendinde gibi gözüken bir karakter. 15 yaşındayken annesi evi terk ediyor ve elektrikli diş fırçası setini de yanında götürüyor. Park Il-sun da sonrasında hırsız oluyor ve antisosyal ve şizofreni teşhisi konuluyor. Bundaki asıl neden annesiyle babasının ona yok gibi davranması ve annesinin genç yaşta evi terk etmesi. Film boyunca sık sık dişini fırçalaması ve küçülüp yok olma korkusundan bahsetmesi ise bununla bağlantılı olarak bir şey başaramayan, öne çıkamayan, "çürük"lerin geride bırakılıp atılacağı ve yok olacağı korkusu olabilir. Park Il-sun'u canlandıran Rain ise Güney Kore'de çok ünlü bir şarkıcı.

Bu iki karakter arasında gelişen romantizmi, yaşadıkları gerçeklikler içinde oluştuğundan normalden fazlasıyla uzak ve renkli olarak görüyoruz. Cha Young-goon bir cyborg olduğunu söylediği zaman ondan şüphe duymaması ve onun yemek yememesiyle düşen gücünü yeniden kazandırmak için uğraşması gibi şekilleniyor örneğin, ya da Cha Young-goon tek başına bir odada kalmak zorunda kaldığında üstün bir çabayla kendini yan odaya kapattırıp onun uçmasını sağlayacak sihirli çorapları vermesiyle.


Bir cyborg nasıl yaşar, nasıl beslenir, aramızda cyborglar var mı gibi enteresan sorulara güzel bir cevap bile olabilecek bir film I'm a Cyborg, But That's OK. Giriş sahnesinin bir cyborg'un çalışma mekanizmasının x-ray'i olduğunu bile düşünebiliriz belki. Farklı algılar çerçevesinde bakıldığında farklı renkler ve farklı tatlar olduğunu hatırlatan, önyargının önemsizliğini vurgulayan, deliliğin bazı anlarda güzel bir akıl yapısı olabileceğini gösteren paralel boyutta bir romantik komedi.

1 Haziran 2017 Perşembe

Snatch - Suratına doğrultulan silaha rağmen sakince benzetmeler yaparak konuşmak

Oyuncu kadrosu, olay örgüsü, sarkastik yaklaşımı ve diyaloglarıyla kara mizah türünün başyapıtlarından biri olan Snatch, başlangıçta tüm karakterleri tanıtmasıyla karışık gibi gelebilir; film ilerleyip tüm karakterlerin bağlantısı çözüldükçe ise bıraktığı tat son derece kaliteli ve tatmin edici olur.

Yönetmenliğini Guy Ritchie'nin yapması sayesinde filmin köklerine kadar inen bir İngiliz hakimiyeti göze çarpıyor. İngilizler'in farklı kullandıkları kelimeler, Amerika'dan farklı yanları gibi konular sıkça işlenmiş. Bununla beraber çingene kültürü de filmin konusunda önemli bir yer kaplıyor. Guy Ritchie, Brad Pitt'in oynadığı Mickey karakterinin çingene aksanını bu film için özellikle anlaşılması daha zor, hatta bazı anlarda imkansız hale getirmiş.


Birbirinden bağımsız gibi görünen karakterlerin yolları, hızlı ve akıcı olan olay örgüsü içinde kesişip enteresan durumlar çıkmasına neden oluyor. Bir yandan birbirinden bağımsız iki hikaye var gibi gözükürken - elmas peşinde koşanlar ve boks maçının sonucunu ayarlamaya çalışanlar - bunların çok da uzak olmadığı sonucu çıkıyor. Arabaların yan yana geçtiği sahne filmin ironi konusunu en iyi kullandığı anlardan biri; arabanın birinin camından attığı sütün diğer arabanın camına çarpması ile kaza yapması sonucu bagajından çıkan karaktere diğer bir üçüncü arabanın çarpması, ve bu üç arabadaki karakterlerin birbiriyle bağlantılı olaylar sonucu aynı anda aynı yerde olmaları, kara komedinin ironik tesadüf temasının nasıl başarılı bir şekilde kullanılabileceğinin bir göstergesi.

Snatch'in açılış sahnesinde elmas soyguncularının yaptığı Virgin Mary muhabbeti, o anda yapacakları soygun işinden tamamen bağımsız gibi gözükse de, diyalog aslında Tarantino'nun Reservoir Dogs filminin açılış sahnesindeki Like A Virgin diyaloguna bir gönderme. Reservoir Dogs gibi türünün önemli filmlerinden birine, bir Tarantino filmine, bu kadar belli belirsiz bir gönderme yapılması, izlerken çok ayrı bir keyif katıyor.

Benicio Del Toro, Brad Pitt, Jason Statham, Vinnie Jones gibi güçlü oyuncu kadrosunun ve çok başarılı soundrack'inin filmi zenginleştirmesinin yanısıra, diyalogların ustalıkla işlenmesi de Snatch'e ayrı bir boyut katıyor. Jason Statham'ın karakeri ile ortağının arasında geçen ve üç zenci soyguncunun arasında geçen diyalogların çok "Captain Obvious" tarzında olması, uzun süre ölmek bilmeyen Bullet-Tooth Tony karakterinin delilik, ikna edicilik ve etkileyicilik çizgileri arasında giden konuşmaları gibi sahneler filmi nefes almadan izletiyor. Brick Top karakterinin "nemesis" (intikam, öç, düşman) tanımlaması ise kayda değer sahnelerden biri.




29 Ocak 2017 Pazar

Biri dünyanın sonu mu dedi? Tehlikenin farkında mısınız?

Apokalips, kıyamet, mahşer, vahiy. Ne dersek diyelim film endüstrisinde son zamanların artan trendi haline gelen kıyamet teması, izlediğimiz birkaç filmden birinde karşımıza çıkmaya başladı.

Apokaliptik filmler diye düşündüğümüzde ilk akla gelen yakın zamandan 3-5 film vardır mutlaka; Hunger Games, Mad Max, Interstellar gibi. Bunların büyük bütçeli ve ses getiren filmler olduğunu da göz önünde bulundurunca, apokaliptik filmlerin sinema endüstrisine ve hayatımıza fark ettirmeden ne kadar girdiğini görebiliyoruz. Bu yeni sahiplendiği geniş yer sayesinde, apokaliptik filmlere eskiden çok farklı bir bakış açısı diye bakarken, artık bu tip senaryoları tamamen normalize etmiş bir "güncellenmiş" halimizdeyiz.

Wikipedia'yı kaynak olarak göstererek birkaç rakam vermek gerekirse, kronolojik olarak apokaliptik filmlerin artışı son yıllarda ciddi bir hızlanma gösteriyor. 50'ler öncesinde sadece 4 film varken 50'lerde 12 apokaliptik film bulunuyor. 60'larda 23 film çekilmişken, 70'ler, 80'ler ve 90'larda 35'er apokaliptik film yer alıyor. 2000'li yıllarda büyük bir artışla 63 film çekilmişken, 2010'lu yıllarda günümüze kadar 69 film bulunuyor. 2017 yılına yeni girdiğimiz düşünüldüğünde bu sayının büyük oranda artacağını bekleyebiliriz.

Diziler de kıyamet, dünyanın sonu ve yeni dünya temalarıyla son yıllarda filmlerdeki bu artışa paralel bir yapıda ilerlemiş durumda. Dizilerde özellikle post-apokaliptik teması daha öne geçiyor; bir konunun uzun olarak işlenebilmesi için dünyanın sonuna odaklanmaktansa, yeni dünyanın nasıl bir yapısı olabileceği ile ilgili farklı senaryolar işleniyor. Yine Wikipedia'da listelenen post-apokaliptik dizilerin sayısı da 73. Bir dizinin ortalama 3-4 sezon devam ettiğini varsayarsak, bu da filmlerdeki gelişimi desteklemek açısından hiç de azımsanmayacak bir rakam.

Hollywood dönem dönem bazı konuları, temaları insanların algılarında normalize etmek adına filmlerde fazla işlemeye başlayabiliyor. Bu trend ondan tamamen bağımsız olabilir; toplumsal gelişim düşünüldüğünde insanların ilgi göstermesinden kaynaklanan, sinema endüstrisindeki sadece yeni bir para kapısı da olabilir. Konu hakkında ufak bir farkındalık sahibi olmaktan zarar çıkmaz tabi. Şimdilik apokaliptik filmlerin keyfini çıkarmaya devam!