Kara mizah türünün başyapıtlarından biri olan The Big Lebowski, bir kez izleyip geçemeyeceğin, arada tekrar yüzünde bıraktığı o farklı ve çarpık gülümsemeyi bulmak istediğinde dönüp açacağın tarzda bir film. Karakterlerinden oyuncularına, senaryosundan görsel efektlerine şölen tadında geçen film, vizyona girdiği 1998 yılından bu yana etkisini hala yitirmeyen değerlerden.
Filmin bu kadar beğenilmesinin en büyük nedenlerinden biri ana karakter the Dude, ya da kendi tasvir ettiği diğer isimleriyle his Dudeness, Duder, el Duderino. Dude kendini pasifist olarak tanımlayan son derece rahat biri. İşi olmayan, buna rağmen arabası olan, iç mekanda bile güneş gözlüğü takan, boş zamanlarında bowling oynayan bir karakter. Bir de white russian içmeyi çok seviyor. Bu içki genelde de Dude ile özdeşleşmiş bir durumda. Jeff Bridges'in oyunculuğu ise tek kelimeyle şahane.
İlk bakışta belli olmayan ince siyasi göndermeler de filmde yer alıyor. Vizyona girdiği tarih 1998 olsa da film 90'ların başında geçiyor. Bu zamana dair, filmin başında hikayeye giriş yapılırken de Iraklılar ile çatışmanın olduğu zamanlarda geçtiği söyleniyor. O an çok ufak bir ayrıntı gibi gözükse de birkaç sahne sonra Dude alışverişte aldığı sütü 0.69 dolarlık çek ile ödemek için yazarken tarihte 9/11 gözüküyor. Bu sahne sırasında televizyonda konuşan Bush, Irak ve Kuveyt arasında olan çatışmayla ilgili "This agression will not stand" diyor. Sonrasında ise Dude'un halısıyla ilgili hakkını savunmak için diğer Mr. Lebowski'ye gittiğinde aynı cümleyi kullandığını görüyoruz. Bu göndermeler o sıradaki Amerikan siyasetine yönelik birçok farklı anlam içeriyor olabilir. Bir pasifiste bu cümleyi söyletmekle yönetmen Coen kardeşler, yaşanan olaylara sarkastik bir bakış açısı göstermek istiyor olabilir. Vietnam savaşına katılmış bir milliyetçi ile bir hippiyi yakın arkadaş yaparak farklı görüşlerdeki zıtlıkları sergilemek istemiş de olabilir.
Diğer alt metinlerden biri de cinsiyet ve erkeklik vurgusu. Tehditlerin birinin Dude'un erkekliğine yönelik olmasının ardından Dude'un bunu kaybetme korkusunu yüzeye çıkıyor. Mr. Lebowski ise engelli olduğundan, bu yönden bakınca erkekliğe dair bir eksikliğinin olduğu olarak yorumlanabilir. Bu eksikliği azimle çok çalışarak başarı ve para elde ederek kapatmışken, Dude çalışmayan biri olarak karşına çıkıyor. Diğer yandan Mr. Lebowski'nin kızı Maude, feminizmi ve cinselliği yansıtıyor. Maude'un Dude'dan çocuk yapmak istemesi de bu doğrultuda Dude'un erkeklik gururunu yücelten bir unsur, bunu da evden çıktıktan sonra gereksiz yere Maude'u savunmasında bulabilirsin. Mr. Lebowski'nin sanılan kadar fazla parası olmadığı gerçeği ise elinde tutunacak hiçbir şey kalmamasına yol açıyor.
Senaryo ve oyunculuktaki birçok ufak ayrıntı aslında birleşip filmi zenginleştiren öğeler. John Turturro'nun kısa ama etkili performansı, sahil sahnesi, her muhabbetin Vietnam'a gelmesi, John Goodman'ın efsane performansı, hikayenin bir kovboy tarafından anlatılması gibi. The Big Lebowski tüm bunlar için olmayacaksa bile, bir pasifist ile Vietnam savaşına katılmış koyu bir milliyetçinin muhabbetini dinlemek ve Dude'un sadece bir halı uğruna başına gelen olayları görmek için bile izlenir.
Filmin bu kadar beğenilmesinin en büyük nedenlerinden biri ana karakter the Dude, ya da kendi tasvir ettiği diğer isimleriyle his Dudeness, Duder, el Duderino. Dude kendini pasifist olarak tanımlayan son derece rahat biri. İşi olmayan, buna rağmen arabası olan, iç mekanda bile güneş gözlüğü takan, boş zamanlarında bowling oynayan bir karakter. Bir de white russian içmeyi çok seviyor. Bu içki genelde de Dude ile özdeşleşmiş bir durumda. Jeff Bridges'in oyunculuğu ise tek kelimeyle şahane.
İlk bakışta belli olmayan ince siyasi göndermeler de filmde yer alıyor. Vizyona girdiği tarih 1998 olsa da film 90'ların başında geçiyor. Bu zamana dair, filmin başında hikayeye giriş yapılırken de Iraklılar ile çatışmanın olduğu zamanlarda geçtiği söyleniyor. O an çok ufak bir ayrıntı gibi gözükse de birkaç sahne sonra Dude alışverişte aldığı sütü 0.69 dolarlık çek ile ödemek için yazarken tarihte 9/11 gözüküyor. Bu sahne sırasında televizyonda konuşan Bush, Irak ve Kuveyt arasında olan çatışmayla ilgili "This agression will not stand" diyor. Sonrasında ise Dude'un halısıyla ilgili hakkını savunmak için diğer Mr. Lebowski'ye gittiğinde aynı cümleyi kullandığını görüyoruz. Bu göndermeler o sıradaki Amerikan siyasetine yönelik birçok farklı anlam içeriyor olabilir. Bir pasifiste bu cümleyi söyletmekle yönetmen Coen kardeşler, yaşanan olaylara sarkastik bir bakış açısı göstermek istiyor olabilir. Vietnam savaşına katılmış bir milliyetçi ile bir hippiyi yakın arkadaş yaparak farklı görüşlerdeki zıtlıkları sergilemek istemiş de olabilir.
Diğer alt metinlerden biri de cinsiyet ve erkeklik vurgusu. Tehditlerin birinin Dude'un erkekliğine yönelik olmasının ardından Dude'un bunu kaybetme korkusunu yüzeye çıkıyor. Mr. Lebowski ise engelli olduğundan, bu yönden bakınca erkekliğe dair bir eksikliğinin olduğu olarak yorumlanabilir. Bu eksikliği azimle çok çalışarak başarı ve para elde ederek kapatmışken, Dude çalışmayan biri olarak karşına çıkıyor. Diğer yandan Mr. Lebowski'nin kızı Maude, feminizmi ve cinselliği yansıtıyor. Maude'un Dude'dan çocuk yapmak istemesi de bu doğrultuda Dude'un erkeklik gururunu yücelten bir unsur, bunu da evden çıktıktan sonra gereksiz yere Maude'u savunmasında bulabilirsin. Mr. Lebowski'nin sanılan kadar fazla parası olmadığı gerçeği ise elinde tutunacak hiçbir şey kalmamasına yol açıyor.
Senaryo ve oyunculuktaki birçok ufak ayrıntı aslında birleşip filmi zenginleştiren öğeler. John Turturro'nun kısa ama etkili performansı, sahil sahnesi, her muhabbetin Vietnam'a gelmesi, John Goodman'ın efsane performansı, hikayenin bir kovboy tarafından anlatılması gibi. The Big Lebowski tüm bunlar için olmayacaksa bile, bir pasifist ile Vietnam savaşına katılmış koyu bir milliyetçinin muhabbetini dinlemek ve Dude'un sadece bir halı uğruna başına gelen olayları görmek için bile izlenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder