Güney Kore'den sadece korku ve gerilim değil, farklı bir romantik komedi çıkabileceğinin en güzel kanıtı diyebileceğim bir film I'm a Cyborg, But That's OK. Romantik komedi derken bildiğimiz klasik sıkıcı olanlardan değil, delilerin bakış açısından romantizm nasıl olurmuş dedirten bir film aslında. Onların gözünden dünyayı gösteren ve bir şekilde bunu garipsemememizi sağlamayı başaran bir film.
Ana karakter Cha Young-goon bir cyborg olduğunu düşünüyor ve buna tamamen inanmış durumda, gerçekliği bu. Her türlü makineyle ananesinin dişlerini takması sayesinde konuşabiliyor. Ananesine baktığımızda, onun da kendisinin bir fare olduğunu düşünmesi, Cha Young-goon'a küçüklüğünden beri onun bakmış olması Cha Young-goon'un akıl sağlığının bu noktaya gelmesindeki en büyük faktörlerden biri. Annesinin konuşmalarının yükseliş ve alçalışlarıyla, kafa karışıklığı ve olayları anlatış biçimiyle onun da çok normal bir karakter olduğu söylenemez tabi. Aile dinamiğinin gösterilme biçimi de filmin gerçekdışı temasıyla paralel olarak bulutlar üzerinde süzülüyor adeta.
Cha Young-goon'un akıl hastanesine yatırıldığında tanıştığı Park Il-sun ise nispeten daha kendinde gibi gözüken bir karakter. 15 yaşındayken annesi evi terk ediyor ve elektrikli diş fırçası setini de yanında götürüyor. Park Il-sun da sonrasında hırsız oluyor ve antisosyal ve şizofreni teşhisi konuluyor. Bundaki asıl neden annesiyle babasının ona yok gibi davranması ve annesinin genç yaşta evi terk etmesi. Film boyunca sık sık dişini fırçalaması ve küçülüp yok olma korkusundan bahsetmesi ise bununla bağlantılı olarak bir şey başaramayan, öne çıkamayan, "çürük"lerin geride bırakılıp atılacağı ve yok olacağı korkusu olabilir. Park Il-sun'u canlandıran Rain ise Güney Kore'de çok ünlü bir şarkıcı.
Bu iki karakter arasında gelişen romantizmi, yaşadıkları gerçeklikler içinde oluştuğundan normalden fazlasıyla uzak ve renkli olarak görüyoruz. Cha Young-goon bir cyborg olduğunu söylediği zaman ondan şüphe duymaması ve onun yemek yememesiyle düşen gücünü yeniden kazandırmak için uğraşması gibi şekilleniyor örneğin, ya da Cha Young-goon tek başına bir odada kalmak zorunda kaldığında üstün bir çabayla kendini yan odaya kapattırıp onun uçmasını sağlayacak sihirli çorapları vermesiyle.
Ana karakter Cha Young-goon bir cyborg olduğunu düşünüyor ve buna tamamen inanmış durumda, gerçekliği bu. Her türlü makineyle ananesinin dişlerini takması sayesinde konuşabiliyor. Ananesine baktığımızda, onun da kendisinin bir fare olduğunu düşünmesi, Cha Young-goon'a küçüklüğünden beri onun bakmış olması Cha Young-goon'un akıl sağlığının bu noktaya gelmesindeki en büyük faktörlerden biri. Annesinin konuşmalarının yükseliş ve alçalışlarıyla, kafa karışıklığı ve olayları anlatış biçimiyle onun da çok normal bir karakter olduğu söylenemez tabi. Aile dinamiğinin gösterilme biçimi de filmin gerçekdışı temasıyla paralel olarak bulutlar üzerinde süzülüyor adeta.
Cha Young-goon'un akıl hastanesine yatırıldığında tanıştığı Park Il-sun ise nispeten daha kendinde gibi gözüken bir karakter. 15 yaşındayken annesi evi terk ediyor ve elektrikli diş fırçası setini de yanında götürüyor. Park Il-sun da sonrasında hırsız oluyor ve antisosyal ve şizofreni teşhisi konuluyor. Bundaki asıl neden annesiyle babasının ona yok gibi davranması ve annesinin genç yaşta evi terk etmesi. Film boyunca sık sık dişini fırçalaması ve küçülüp yok olma korkusundan bahsetmesi ise bununla bağlantılı olarak bir şey başaramayan, öne çıkamayan, "çürük"lerin geride bırakılıp atılacağı ve yok olacağı korkusu olabilir. Park Il-sun'u canlandıran Rain ise Güney Kore'de çok ünlü bir şarkıcı.
Bu iki karakter arasında gelişen romantizmi, yaşadıkları gerçeklikler içinde oluştuğundan normalden fazlasıyla uzak ve renkli olarak görüyoruz. Cha Young-goon bir cyborg olduğunu söylediği zaman ondan şüphe duymaması ve onun yemek yememesiyle düşen gücünü yeniden kazandırmak için uğraşması gibi şekilleniyor örneğin, ya da Cha Young-goon tek başına bir odada kalmak zorunda kaldığında üstün bir çabayla kendini yan odaya kapattırıp onun uçmasını sağlayacak sihirli çorapları vermesiyle.
Bir cyborg nasıl yaşar, nasıl beslenir, aramızda cyborglar var mı gibi enteresan sorulara güzel bir cevap bile olabilecek bir film I'm a Cyborg, But That's OK. Giriş sahnesinin bir cyborg'un çalışma mekanizmasının x-ray'i olduğunu bile düşünebiliriz belki. Farklı algılar çerçevesinde bakıldığında farklı renkler ve farklı tatlar olduğunu hatırlatan, önyargının önemsizliğini vurgulayan, deliliğin bazı anlarda güzel bir akıl yapısı olabileceğini gösteren paralel boyutta bir romantik komedi.