Yaklaşık 20 yıldır Twelve Monkeys'i izlemeyen, sadece sondaki kültleşmiş yavaş çekimdeki "Hayııııır!" sahnesini hatırlayan şanslı insanlardan biriysen, filmi en kısa zamanda tekrar izlenmesi gereken listende en üst sıraya koymanı tavsiye ederim. Filmi yakından hatırlayanlar için bu olağanüstü bilim kurgunun derinliklerine girelim...
Zaman kavramıyla oynamayı çok seven bir sinema kültürü içinde yaşıyoruz. Twelve Monkeys de bu tür içinde yerini sağlam harflerle kazıyan filmlerden biri. Bilim kurgu filmlerinin omurlarından birini zamanda yolculuk oluşturur desem doğru bir tespit olabilir, bu da insanoğlunun çok eski zamanlardan beri farklı zaman dilimlerine geçebilme isteğinden kaynaklı bir durum.
Filmin daha girişindeki müzikle beraber heyecan seviyesi yüksek, çılgın dozla beslenmiş bir maceraya adım attığını hissedebiliyorsun. Tüm film boyunca bu tema korunurken, senaryo da bu temayla beslenip yönetmen de delilik konseptiyle adeta flörtleşiyor. Başroldeki karakterin, James Cole'un akıl sağlığına dair kararın film ilerledikçe değişebiliyor; Cole merkezinde yoğunlaşan delilik konsepti, tüm çevresel faktörler ve diğer karakterlerle besleniyor. Akıl hastanesinde geçen uzun sahneler, gelecekteki bilim adamlarının yorumları ve yönlendirmeleri, Cole'un bazı olayları içgüdüsel olarak biliyor gibi gözükmesi, son derece rasyonel Dr. Railly ve buna tezat olarak çılgın karakter Jeffrey, filmin akışı içinde Cole'un deliliğini mantıklı gösterebiliyor. Bunların yanında filmin görsel olarak karanlık ve dağınık olması, hastalık yayılmadan önce bile sahnelerin hep dağınık ve karışıklık içinde olması bu delilik atmosferini destekleyen etkenler.
Bruce Willis 90'larda oynadığı çoğu filmde olduğu gibi bu filmin çoğunu da yara içinde, suratının bir kısmında kan izleriyle, terli ve yorgun ama azimli olarak geçiriyor. Die Hard serisi de düşünülürse, o yıllarda belli bir süre boyunca bu görünüş Willis'e ciddi anlamda para kazandırmış.
Parçaların yerine oturduğu ve çok açık olmamakla beraber en önemli sahnelerden biri olan sinema salonu sahnesi, filmin en can alıcı noktasına değiniyor. Alfred Hitchcock'un Vertigo filminden bir sahne gördüğün sinema salonunda oturan karakterler kılık değiştirirken Cole'un yaşadığı farkındalık, filmdeki zaman yolculuğu paradoksunu özetliyor aslında: Aslında film tekrar izlesen de değişmiyor, tekrar izlediğinde farklı yerlere dikkat edebiliyorsun. Cole'un rüyasının gelişimi de bu algıya paralel; rüyayı her gördüğünde aynı şekilde değil, zaman içinde kendi de değiştiği için farklı noktalara dikkat ederek görüyor. Sinema salonu sahnesinin ardından gelen duygusal sahnede, karakterler adeta kendi filmlerini yaşarken Vertigo'nun müziğinin çalması da bu paradoksu tamamlayan hoş bir dokunuş olmuş.
Zaman kavramıyla oynamayı çok seven bir sinema kültürü içinde yaşıyoruz. Twelve Monkeys de bu tür içinde yerini sağlam harflerle kazıyan filmlerden biri. Bilim kurgu filmlerinin omurlarından birini zamanda yolculuk oluşturur desem doğru bir tespit olabilir, bu da insanoğlunun çok eski zamanlardan beri farklı zaman dilimlerine geçebilme isteğinden kaynaklı bir durum.
Filmin daha girişindeki müzikle beraber heyecan seviyesi yüksek, çılgın dozla beslenmiş bir maceraya adım attığını hissedebiliyorsun. Tüm film boyunca bu tema korunurken, senaryo da bu temayla beslenip yönetmen de delilik konseptiyle adeta flörtleşiyor. Başroldeki karakterin, James Cole'un akıl sağlığına dair kararın film ilerledikçe değişebiliyor; Cole merkezinde yoğunlaşan delilik konsepti, tüm çevresel faktörler ve diğer karakterlerle besleniyor. Akıl hastanesinde geçen uzun sahneler, gelecekteki bilim adamlarının yorumları ve yönlendirmeleri, Cole'un bazı olayları içgüdüsel olarak biliyor gibi gözükmesi, son derece rasyonel Dr. Railly ve buna tezat olarak çılgın karakter Jeffrey, filmin akışı içinde Cole'un deliliğini mantıklı gösterebiliyor. Bunların yanında filmin görsel olarak karanlık ve dağınık olması, hastalık yayılmadan önce bile sahnelerin hep dağınık ve karışıklık içinde olması bu delilik atmosferini destekleyen etkenler.
Bruce Willis 90'larda oynadığı çoğu filmde olduğu gibi bu filmin çoğunu da yara içinde, suratının bir kısmında kan izleriyle, terli ve yorgun ama azimli olarak geçiriyor. Die Hard serisi de düşünülürse, o yıllarda belli bir süre boyunca bu görünüş Willis'e ciddi anlamda para kazandırmış.
Parçaların yerine oturduğu ve çok açık olmamakla beraber en önemli sahnelerden biri olan sinema salonu sahnesi, filmin en can alıcı noktasına değiniyor. Alfred Hitchcock'un Vertigo filminden bir sahne gördüğün sinema salonunda oturan karakterler kılık değiştirirken Cole'un yaşadığı farkındalık, filmdeki zaman yolculuğu paradoksunu özetliyor aslında: Aslında film tekrar izlesen de değişmiyor, tekrar izlediğinde farklı yerlere dikkat edebiliyorsun. Cole'un rüyasının gelişimi de bu algıya paralel; rüyayı her gördüğünde aynı şekilde değil, zaman içinde kendi de değiştiği için farklı noktalara dikkat ederek görüyor. Sinema salonu sahnesinin ardından gelen duygusal sahnede, karakterler adeta kendi filmlerini yaşarken Vertigo'nun müziğinin çalması da bu paradoksu tamamlayan hoş bir dokunuş olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder