17 Kasım 2016 Perşembe

The Big Lebowski - Ev sahibine kapıyı bornozla ve white russianla açmak

Kara mizah türünün başyapıtlarından biri olan The Big Lebowski, bir kez izleyip geçemeyeceğin, arada tekrar yüzünde bıraktığı o farklı ve çarpık gülümsemeyi bulmak istediğinde dönüp açacağın tarzda bir film. Karakterlerinden oyuncularına, senaryosundan görsel efektlerine şölen tadında geçen film, vizyona girdiği 1998 yılından bu yana etkisini hala yitirmeyen değerlerden.

Filmin bu kadar beğenilmesinin en büyük nedenlerinden biri ana karakter the Dude, ya da kendi tasvir ettiği diğer isimleriyle his Dudeness, Duder, el Duderino. Dude kendini pasifist olarak tanımlayan son derece rahat biri. İşi olmayan, buna rağmen arabası olan, iç mekanda bile güneş gözlüğü takan, boş zamanlarında bowling oynayan bir karakter. Bir de white russian içmeyi çok seviyor. Bu içki genelde de Dude ile özdeşleşmiş bir durumda. Jeff Bridges'in oyunculuğu ise tek kelimeyle şahane.



İlk bakışta belli olmayan ince siyasi göndermeler de filmde yer alıyor. Vizyona girdiği tarih 1998 olsa da film 90'ların başında geçiyor. Bu zamana dair, filmin başında hikayeye giriş yapılırken de Iraklılar ile çatışmanın olduğu zamanlarda geçtiği söyleniyor. O an çok ufak bir ayrıntı gibi gözükse de birkaç sahne sonra Dude alışverişte aldığı sütü 0.69 dolarlık çek ile ödemek için yazarken tarihte 9/11 gözüküyor. Bu sahne sırasında televizyonda konuşan Bush, Irak ve Kuveyt arasında olan çatışmayla ilgili "This agression will not stand" diyor. Sonrasında ise Dude'un halısıyla ilgili hakkını savunmak için diğer Mr. Lebowski'ye gittiğinde aynı cümleyi kullandığını görüyoruz. Bu göndermeler o sıradaki Amerikan siyasetine yönelik birçok farklı anlam içeriyor olabilir. Bir pasifiste bu cümleyi söyletmekle yönetmen Coen kardeşler, yaşanan olaylara sarkastik bir bakış açısı göstermek istiyor olabilir. Vietnam savaşına katılmış bir milliyetçi ile bir hippiyi yakın arkadaş yaparak farklı görüşlerdeki zıtlıkları sergilemek istemiş de olabilir.

Diğer alt metinlerden biri de cinsiyet ve erkeklik vurgusu. Tehditlerin birinin Dude'un erkekliğine yönelik olmasının ardından Dude'un bunu kaybetme korkusunu yüzeye çıkıyor. Mr. Lebowski ise engelli olduğundan, bu yönden bakınca erkekliğe dair bir eksikliğinin olduğu olarak yorumlanabilir. Bu eksikliği azimle çok çalışarak başarı ve para elde ederek kapatmışken, Dude çalışmayan biri olarak karşına çıkıyor. Diğer yandan Mr. Lebowski'nin kızı Maude, feminizmi ve cinselliği yansıtıyor. Maude'un Dude'dan çocuk yapmak istemesi de bu doğrultuda Dude'un erkeklik gururunu yücelten bir unsur, bunu da evden çıktıktan sonra gereksiz yere Maude'u savunmasında bulabilirsin. Mr. Lebowski'nin sanılan kadar fazla parası olmadığı gerçeği ise elinde tutunacak hiçbir şey kalmamasına yol açıyor.

Senaryo ve oyunculuktaki birçok ufak ayrıntı aslında birleşip filmi zenginleştiren öğeler. John Turturro'nun kısa ama etkili performansı, sahil sahnesi, her muhabbetin Vietnam'a gelmesi, John Goodman'ın efsane performansı, hikayenin bir kovboy tarafından anlatılması gibi. The Big Lebowski tüm bunlar için olmayacaksa bile, bir pasifist ile Vietnam savaşına katılmış koyu bir milliyetçinin muhabbetini dinlemek ve Dude'un sadece bir halı uğruna başına gelen olayları görmek için bile izlenir.



25 Ağustos 2016 Perşembe

Bruce Almighty - Televizyon spikeri saçmalayınca

Kontrolsüz güç güç değildir. Yanlış film mi oldu? Yine de burası için de geçerli bir durum. Sadece istemek için istemek yerine, asıl ne istediğini keşfedip ona yönelik hareket etmenin en doğrusu olduğu temalı bir film Bruce Almighty.

Filmin hiç karmaşık olmayan özünü tamamladığımıza göre eğlenceli kısımlara gelelim. Din konseptine hiç girmeden Tanrı temalı bir film yapmak kolay olmasa gerek, üstelik bu filmde Jim Carrey varken. Hassas noktalara dokunmamayı başarıp konuyu tam bir lunapark treni haline getirebilen bir aktörden bahsediyoruz. 90'lı ve 2000'li yılların komedi filmlerinde aranan isimlerden biri olan Jim Carrey, kalıplaşmış gülümsemesi ve neredeyse patenti alınabilecek farklı kelime kalıplarıyla konuyu süslüyor. Yüksek enerjisini düşününce oynadığı filmlerdeki karakterleri başkasının canlandırması da o derece zorlaşıyor.

Jennifer Aniston filmin çekildiği 2003'te, Friends dizisinin son sezonlarında olmasıyla kariyerinin zirvesinde dolaştığı yıllarda diyebiliriz. Filme kattığı müthiş bir oyunculuk gibi bir etkiden öte, bu şöhretin dolaylı etkisini görüyoruz.

Sonradan terfi edilen spiker rolünü oynayan Steve Carell ise her zamanki gibi harika bir performans sergiliyor. Boş baktığı zaman bile güldürmeyi başaran, laflarının arasında farklı yerlerde durmasıyla ve komediyi farklı bir boyuta taşımasıyla bu filmin en güçlü yanlarından biri. Jim Carrey'nin karakteri Tanrı'nın özelliklerine sahip olduğunda, Steve Carrel'ın karakterine canlı yayında saçmalattığı sahnede yüksek sesle gülmemek elde değil.


Filmin konuşması en keyifli yanlarından biri ise Morgan Freeman. Morgan Freeman öyle ilginç biri ki her izlediğin filmde, yarısında da olsa çıkma ihtimali vardır. Filmin türü de farketmez; polisiye, dram, gizem, tarihi, korku, aksiyon, komedi, belgesel, ne ararsan var. Bu tecrübeyle Morgan Freeman'ın yeni filmlerde rol almakta sıkıntı çektiğini de sanmıyorum; şu an çekilecek gözüken 4 filmi, tamamlanmış gözüken 1 filmi bulunuyor. Senede 4-5, bazen çok daha fazla filmde yer alıyor. Bu sayede hayatımızın bir parçası haline geldi desek garipsemeyiz. Morgan Freeman hakkındaki daha da ilginç bilgiler için aşağıdaki videoyu izleyebilirsin.


22 Ağustos 2016 Pazartesi

Being John Malkovich - Bir restoran dolusu Malkovich

15 dakikalığına bir başkası olmak ister miydin? Daha netleştireyim, 15 dakikalığına John Malkovich olmak ister miydin? Bir portal var ve buradan geçince John Malkovich'in beynine girip gözünden dünyasını görebiliyorsun desem, kulağa nasıl geliyor? Asıl soru, bunu kabul eder miydin?

Being John Malkovich'i izlediysen, süper ama ne oldu şimdi dediğini duyar gibiyim. Garip gibi gözüken, fazlasıyla farklı olan senaryonun derinlerine inip konuyu biraz daha çözelim.

Ana karakterleri tek tek ele alırsak; John Cusack'ın oynadığı karakter hayatından, evliliğinden ve yaşamının her aşamasının tekdüze olmasından son derece mutsuz, tek tutkusu kuklacılık olan biri. Bu sıradanlığı bozan ilk renk olan Maxine isimli karakter tabloya girdiğinde aşık olup hayatının tüm yönünü ona çevirmesi hiç de şaşırtıcı değil. Bu mutsuz evlilikte, onun eşi rolünde oynayan karakteri ise Cameron Diaz canlandırıyor. Diaz'ın canlandırdığı karakter, eşinin başarısız işinden yılmışlık sendromuna kapılmış, bebek isteyen ama eşinin bir türlü hazır olmamasından hayal kırıklığı içinde kafeslerde kalan biri. Bu tükenmişlik sonucunda kendini çok sayıda hayvan yetiştirmeye adamış ve bu şekilde zaman geçirerek akıl sağlığını korumayı başarmış. Maxine'in bu tabloya girişi ise bu evliliğin sağlam olmayan temellerini yıkıp geçen bir kasırga gibi oluyor. Her iki karakter de çok güçlü ve son derece etkileyici olan Maxine'in cazibesine kapılıp belirsiz bir yolculuğa çıkıyor.

Portalı geçip John Malkovich'in beynine girmek herkeste farklı bir etki yaratıyor. Reklamda yazdığı gibi, "Hiç Başkası Olmak İstediniz mi?" Bunu deneyen herkesin amacı farklı olduğu için yaşadığı deneyim de farklı oluyor. John Cusack'ın oynadığı karakterin tüm amacı Maxine'i etkilemek olduğundan onun isteklerini öğrenip kendi kuklacılık yetenekleri doğrultusunda bunları kullanarak John Malkovich'i bir kukla gibi yönetmeyi başarıyor. Cameron Diaz'ın oynadığı karakter erkek olmaktan, farklı olmaktan ve bir kadının bu şekilde bakışını hissetmekten zevk aldığı için, Maxine'e aşık olduğu için John Malkovich oluyor. Bir X kişisi sadece başka bir insan olmak istediğinde bu 15 dakikalık deneyimden çok büyük keyif alırken, Dr. Lester ise tamamen bu bedende yaşamak amaçlı geçtiği için anında kontrolü sağlıyor.

Maxine'in amacı hiçbir zaman John Malkovich olmak değil. Bu karakter tamamen kontrol etmeyi ve gücü seviyor. Kendine sürekli hayran ve aşık olunan biri. John Malkovich'in içine başka biri daha girdiğinde, kendisine aşık olan sayesinde iki kişiyi birden aynı andan kontrol edebilme düşüncesi onu baştan çıkarıyor.

Her detay Being John Malkovich'i daha da zenginleştirerek büyütüyor adeta. Çocukluk travması yaşayan şempanze bunu psikologla aşarak doğru anda doğru hamleyi yapabiliyor. Ofisin yedi buçuğuncu katta olması, hatta bir binada yedi buçuğuncu katın olmasının gerçeküstü konsepti ile bu ofiste John Malkovich'in beynine giden bir portal olması son derece uyuşuyor. Muhteşem kukla gösterilerini saran umutsuzluk notaları da birçok yerde yankılanıyor. Müthiş ötesi, eksantrik aktör John Malkovich, ki inanılmaz performansının altını defalarca çizmek istiyorum, dans eder mi gibi komik bir soruyu yine şahane bir şekilde cevaplayıp dans ediyor ve bunu da unutulmaz bir performans haline getiriyor.


14 Ağustos 2016 Pazar

Magnolia - Gökten kurbağa yağması

Yaşanan tesadüfler gerçekten bir tesadüf mü? Yoksa her şeyin bir sebebi mi var? Sembolizmle renklenmiş, tesadüflerin ilginç yanlarını gösteren, konusunun ise ne olduğunu tam olarak anlatması çok zor olan bir film Magnolia. 3 saatlik bir dram filmi olmasına rağmen hikayelerin içine çekmesi ve adeta bir girdap oluşturması sayesinde başarıyla akıp geçen bir film.

Filmin adının neden Magnolia olduğu merak uyandıran bir konu. Bunu araştırdıkça tesadüf temasıyla tamamen uyuşan, her bir noktada gittikçe garipleşen veriler ve iddaalar söz konusu. Şu şekilde başlayalım; Filmin çekildiği San Fernando Vadisi'nde "Magnolia Blvd" diye bir sokak bulunuyor. Magnolia kelimesinde toplam 8 harf ile 2 a harfi bulunuyor; bu da filmin aşağıda detaylandırdığım 82 temasıyla örtüşen bir katman. Yönetmen ve yazar Paul Thomas Anderson'ın senaryoyu yazmadan önce Magnolia ismi aklında bulunuyor. Bununla beraber, yazmaya başlayınca senaryo adeta "çiçekleniyor" ve birçok aktör için yazmak istediği karakterler olduğunu fark ediyor. Ayrıca manolya ağacı hakkında araştırma yaptığında ağacın kabuğunun kanseri iyileştirdiği yönünde bir efsane olduğunu öğreniyor.

Magnolia'nın tamamında ayrıca ilginç bir bir 82 konsepti bulunuyor. Farklı sahnelerde, birbirinden bağımsız gibi görünen noktalarda, fark edilmesi çok kolay olmayan ve kolay gözden kaçabilen yerlerde bu sayı gizlenmiş durumda. En başta asılan adamın üzerinde 82 yazıyor, gölden su alan uçağın numarası 82, bu uçağın pilotu 2 istediği zaman casino'da blackjack oynarken 8 geliyor, devamında anlatılan ödül yemeği 8:20 PM'de geçiyor, intihar sahnesinde çocuk atlamadan önce iple 82 yazıyor. Filmin ilerleyen sahnelerinde Seduce and Destroy kitabını sipariş etmek için olan telefon numarasında 82 geçiyor, polisin telesekreter mesajında 82 numaralı mailbox'a mesaj bırakılmasını istiyor, televizyon şovunda pankartlarda Exodus 8:2 diye bir yazı bulunuyor, baştaki yağmur yağma ihtimali %82. Bu göndermelerden çok daha fazlasının filmde yer alıyor olması büyük bir ihtimal. Peki bütün bu 82 çılgınlığının anlamı ne?

İncil'den Exodus 8:2'ye baktığımızda, "And if thou refuse to let them go, behold, I will smite all thy borders with frogs." Buradan da filmin yine çok enteresan olan kurbağa yağmuru sahnesine geliyoruz. Bu sahne yine Magnolia anlamında olduğu gibi birkaç elementin birleşimi olabilir. İncil'deki Exodus'tan yola çıkarsak, filmde birçok yanlış yapan baba figürü olduğundan özgür bırakılması gereken çocuklar konsepti, bu cümle ve kurbağa yağmuru ile özdeşleşebilir. Başka bir açıdan bakarsak o ana kadar filmin yükseldiği atmosferle her şey o kadar rayından çıkmış durumdadır ki, kurbağa yağmuru bile bu ortamda garipsenmez. Yazarın da söylediğine göre, tarihteki toplumlar incelendiğinde Romalılara kadar geçmişe giden dönemdeki inanışlara göre, toplumların sağlığı ile kurbağaların sağlığı arasında çok yüksek bir korelasyon varmış. Buradan da filmde tüm karakterlerin düğüm içine girdiği ve hayatlarında oluşan en karmaşık ve negatif noktaya geldikleri anda gökten kurbağaların yağması ve yere çarpıp ölmeleri anlam kazanıyor.


Kullanılan müzik ve hava durumları da filmin akışını yönlendiren diğer unsurlar. Filmde gerginliğin arttığı, bağırmaların yoğunlaştığı, olumsuz olayların olacağı anlarda daha yoğun ve gergin notalarda müzik kullanımı görüyoruz. Filmdeki çok yoğun duygusal konuşmalarda ise müziği kullanmadan, dikkati tamamen konuşmaya çekmek tercih edilmiş. Yağmur ise her zaman olduğu gibi duygularla paralel olan bir element; özellikle kırgınlık, sinir bozukluğu, stres ve öfke gibi duygu yoğunlukları artış gösterdikçe yağmurun da şiddeti artıyor.

Filmi izlerken şu an tam olarak ne oluyor diye izlemek yanlış olur. Dram filminde olayı bütünlüğüyle incelemek gerekli. Karakterlerin birbirine yaklaşımları, ilişkilerdeki çözümlemeler, farklı çapraz karşılaşmalar filmi anlamlandırır. Burada da tüm karakterlerin 1 gün içinde yaşadığı olaylar, iniş ve çıkışlar hayatlarını farklı şekilde yönlendiriyor. Bu olayları sembolizmle tesadüfler çevreliyor. Karakterler başta çok kopuk gözükse de filmin sonuna kadar birçok noktada hayatları birbirine dokunuyor. Polisin işi hakkında gibi yaptığı konuşma aslında film hakkındaki önemli çözümlemelerden biri; insanlar hayatı çok kolay zannedebilir. Bazen karşındaki insan cezayı hak eder, bazen affedilmeyi. Önemli olan doğru anda doğru kararı verebilmek, bazen affedebilmek daha zor olsa da.

10 Temmuz 2016 Pazar

Mr. Right - Üzerine fırlatılan bıçakları elinle tutmak

Delilikle normal arasında ince bir çizgi var. Bu çizgi ne kadar belirsiz olsa da üzerinde yürüyenler mutlu olduğu sürece sonuç fark eder mi?

Küçüklüğünden beri T-rex olmak isteyen, hatta olduğuna içten inanan bir karakter var elimizde, Martha. Herkesten biraz daha farklı bir düşünce yapısı olduğu için arkadaşlarıyla ve sevgilileriyle ilişkilerinde zorluk çektiğini, bu sayede hep aynı daireyi çizerek hareket ettiğini görüyorsün. Hep aynı tip erkekleri çekiyor, aynı sorunları yaşıyor, hep aynı zamanlarda sarhoş mesajları atıyor, arkadaşları hep aynı hassasiyet ve kurallar çerçevesinde kızı toparlamaya çalışıyor.

Ardından tabloya gelen Mr. Right da aynı çılgın hızda, baş döndürücü çekicilikte Martha'nın aklını başından alıyor. Mr. Right'ın 2 yıl öncesine kadar korkulan bir hitman olması, son 2 yıldır ise yaşadığı bir olayın ardından onu kiralamak isteyenleri öldürerek hayatına devam etmesi işleri biraz karıştırıyor. Bu iki elektrik yüklü parça çarpışınca ise havada uçan bıçaklar, histerik gülmeler, delilik sorgulamaları, paleontoloji gibi ilginç durumlar ortaya çıkıyor.

Martha'yı canlandıran Anna Kendrick, son yılların yükselen yıldızlarından biri. Kendrick bu karakterin duyguları arasındaki gelgitleri başarılı şekilde sahnelerken, stabilden çok uzak olan karmaşık düşünce yapısını gözleriyle de yansıtabiliyor. Mr. Right karakterinde izlediğin Sam Rockwell ise filmden alacağı çek yerine senaryo ile yönetmeni seçen, kaliteli olduğunu düşünmediği sürece o filmde yer almayan isimlerden biri. Bu sayede herkesin tanıdığı, ama en çok bilinen isimlerden biri olmak yerine tanınan yüzlerden biri olup hak ettiği değeri görmeyen biri. Mr. Right olarak performansı da son derece keyifli ve filmle beraber pürüssüz şekilde kayıyor. Bir diğer önemli aktör olan Tim Roth'a gelirsek, CIA ajanı/hitman karakterini canlandıran Roth, filmi tam anlamıyla ayrı bir boyuta taşıyor. Rahat tavırları ve ben-daha-önce-buradan-geçtim bakışlarıyla bir aktör olmak için doğduğunu bir kez daha gösteriyor.

Senaryonun New Orleans'ta geçmesi ve senaryonun dans ile harmanlanması filmin temposunu yüksek tutuyor. Mr. Right, bir yandan dansın hayatın her aşamasında olduğunu ve olması gerektiğini gösteriyor diye düşünebiliriz aslında. Ne yapıyor olursan ol, bakış açını doğru ayarladığında dans ile motive olabilirsin. O zaman dans!


2 Nisan 2016 Cumartesi

Deadpool - Kafaya frizbi gibi atılan tekerlek

Her maske takan bir kahraman olmak zorunda değil. Kahraman filmlerine taze bir bakış açısı getiren Deadpool, izleyen çoğunluğun beğendiği, referansları anlayan kitlenin ise kalitesini takdir ettiği bir film.

Kahraman olma derdi olmayan, maskeyi ve kostümü giymek zorunda kalmış bir karakterin intikam alma isteği çerçevesinde kurguladığı planı, birçok noktada bu planın başarısızlıklarını ve bu noktaya nasıl geldiğini izliyoruz filmde. Filmi romantik komedi olarak tanımlayanlar tekrar değerlendirebilirler. Espri dozu yüksek olan, çoğu sahnesinde komedi unsuru ve referans barındıran, "eğlence garantili" bir aksiyon filmi olarak düşünebiliriz.

Yeni filmlerde, özellikle aksiyon filmlerinde çok fazla klasik şarkı kullanımı göremiyoruz. Eski ve klasik şarkılar, doğru kullanıldıklarında filmi son derece zenginleştiren elementler haline geliyor. Deadpool'da da 50'lerden 80'lere birçok önemli şarkıyı görebiliriz; Mr. Sandman (1954), Calendar Girl (1961), Hit the Road Jack (1961), Careless Whisper (1984).

Deadpool'un X-Men ile bağlantısı çizgiroman evreninden geliyor. Marvel çizgiromanlarından olan Deadpool'u uzun bir süredir canlandırmak isteyen Ryan Reynolds, bu filmde karakteri ilk defa canlandırmadı. 2009 yılındaki X-Men Origins: Wolverine filminde de Deadpool karakteri karşımıza çıkıyor. Bu filmdeki Deadpool karakteri, kostümden saparak filmdeki kötü adam noktasına getirtildiği süreç ile çizgiromandan daha uzak, tamamlanmamış bir karakter olduğundan biraz hayal kırıklığı yaratsa da, yönetmenin buradaki amacı şaşırtmak ve sürpriz elementi katmak olmuş. X-Men Origins: Wolverine filmindeki bazı Deadpool sahnelerini aşağıda bulabilirsin.


Buradaki bağlantıdan da yola çıkarak, Deadpool filminde Wolverine'e referans yapılıyor. Deadpool filmi çizgiromana daha sadık kalarak sarkastik, kostümlü karakteri ekrana yansıtıyor. X-Men karakterlerinin çoğu filmde yer almasa da senaryoda bahsedilmesi ve espri ile sadece iki karakterin kullanıldığına değinilmesi bile senaryonun bütünlüğünü koruyor. Filmin aksiyon sahneleri de, mutantların savaştığı aksiyon sahneleri olduğundan daha gösterişli ve büyük ölçekli boyutlara ulaşıyor. Bu aksiyon sahnelerinden birinin başlangıcını ve Deadpool'un "süper kahraman inişi" olarak tanımladığı hamleyi aşağıda bulabilirsin.


22 Şubat 2016 Pazartesi

Legend - Kavgada kardeşlerin kanlı itirafı

1960'ların Londrası... Şimdiden çok farklı olarak herkesin birbirini tanıdığı, insanların polise ve daha ilginci gangsterlere güvendiği bir zamanda Doğu Londra'yı sahiplenmiş bir çete...


Kray kardeşlerinin hikayesini anlatan, gerçek olaylara dayanan Legend, bir biyografi filminin çok ötesinde. İkiz olan Kray kardeşleri oynayan Tom Hardy, iki kardeşin farklı karakterini yansıtabilmesiyle filme ayrı bir derinlik katıyor. Yakışıklı, kontrollü ve alfa erkeği olarak tanımlayabileceğimiz kardeş Reggie ile psikolojik rahatsızlığı olan, homoseksüel, gizli ve aşırı bir agresifliği bulunan Ronnie aynı sahnede bulunduğunda, Tom Hardy bu farklılıkları net olarak ortaya çıkacak şekilde canlandırabiliyor. Özellikle Ronnie'nin sorunlu karakterini sabit bakışlarla ve ses tonundaki dengesizlikle vurgulaması, başarılı oyunculuğunun bir göstergesi.

Gerçek hikayeye baktığımızda 1933'te doğan Kray Kardeşler genç yaşlarında boksa ilgi duymuşlardır. Zaman içinde organize suçlar düzenlemeye başlayarak bir çete kurup 60'larda İngiltere'deki en azılı gangsterler haline gelmişlerdir. Agresif yapıları ve işledikleri suçların içeriği, insanlara korku salıp Doğu Londra'yı ele geçirmelerini sağlamıştır.

Şu anki gangster giyim tarzına bakacak olursak, 60'ların gangsterlerinin yanında bir hiç kalır. O yıllarda İngiliz gangsterlerinin kıyafetleri ve duruşu elegan bir yapıdadır. Bu da çetede disiplin, yönetim ve belki agresyon ile paralel olarak görülebilecek kavramlar olarak değerlendirilebilir.

Ronnie'ye baktığımızda, bir bara girip insanlar içinde istediği birini kolayca vurabilen ve bu durum karşısında soğukkanlılığını koruyabilen bir gangster sözkonusu. Paranoyak şizofren olması Ronnie'yi çok daha tehlikeli hale getirmiş durumda. Reggie ile kurduğu çetenin gücü sayesinde, kafasında kurduğu olası senaryoları istediği gibi uyguladığında kanunları esnetebilme rahatlığına sahip.

Kray kardeşlerin 1965 yılında yargılandıkları bir duruşma hakkında verdikleri gerçek röportaj, Reggie ile Ronnie'nin dünyasına dair çok kısa bir çerçeve sunuyor.


13 Şubat 2016 Cumartesi

12 Angry Men - Bağırışlara karşı sessizlik duruşu

Ceza muhakemesi hukukunda makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir.

12 Angry Men, 1957 yılında vizyona girdiğinde çok fazla renkli film seçeneği olduğundan gişelerde hayal kırıklığı yarattı. Buna rağmen 3 Oscar adaylığı almasıyla beraber IMDB'nin Top 250 listesinde 7. sırada yer alan klasikleşmiş filmlerden biridir.

Filmde psikolojik açıdan çok derin incelemeler yapılabilir. Kurgu, karakterlerin birbiriyle olan ilişkileri ve karar mekanizmaları üzerine kurulu. Elektrikli sandalyeye gitmesi gündemde olan çocuğun davasının nasıl ilerlediği filmde önemli olmadığı için jürinin odaya geçişiyle beraber izlemeye başlıyorsun. Jürinin görevi çocuğun suçlu olup olmadığının kararını oy birliği ile vermek. Kilit nokta oy birliği olduğundan filmde önemli olan, karakterlerin birbirini ikna etmeye çalışmaları. Bu doğrultuda filmin makul şüphe ile özdeşleşmiş bir kimliği bulunuyor.

Henry Fonda'nın oynadığı karakterin amacı çocuğun masum olduğunu kanıtlamak değil. Film boyunca karakterin söyledikleri, tüm deliller düşünülüp detayların üzerinden geçildiğinde birbirini tutmayan bazı noktalar olduğu ve bunun da makul şüpheye yol açabileceği. Filmin başında yapılan ilk oylamada sürü psikolojisinin de güzel bir örneğini görebilirsin, bazı karakterler çok kuvvetli şekilde görüşlerine inanıp ellerini kaldırırken, diğerleri çoğunluğun bu şekilde oy kullandığını görünce 1-2 saniye arayla ellerini kaldırıyorlar. Bu da Henry Fonda'nın karakterine başlangıç noktası için bir hareket alanı veriyor.

Karakterlerin çok farklı kişiliklerde olması durumu enteresan boyutlara getiriyor. Her filmde olduğu gibi konuşma tarzını komiklik ve espri üzerinden götüren bir karakter var. Bu karakterin her konuyu şaka boyutuna getirmesi, işi hiç ciddiye almadığını ve sonucu çok da umursamadığını gösteriyor. Kararını değiştirirken nedeni açıklayamaması da bunu destekleyen bir durum. Geçmişi çok parlak olmayan, hayatında belirli bir noktaya gelmek için çok çalışmış bir karakter var. Bu karakterin empati yapabilmesi, duruma mantıklı bakabilmesini ve olayları sorgulamasını sağlıyor. Tamamen bulgu ve kanıtlar üzerine argümanını dayandıran bir karakter var. Bu karakterin olayları farklı görebilmesini sağlamak için örnekleri kendi yaşantısı üzerinden verip kendisini sorgulamasını sağlamak başarılı bir yöntem oluyor. Çok heyecanlı, agresif ve yüksek çıkışları olan bir karakter var. Bu karakteri makul şüphe sorgulamasına getirmekteki zorluk, kendi oğluna olan kızgınlığını güncel duruma yansıtması ve hırsını şuçlu kararı vererek çıkarması oluyor.

Jüride son sahneye kadar hiç isim kullanılmaması da ilginç bir nokta. Kişilerin kim olduğu, isim yaş gibi bilgileri değil, verecekleri kararın önemli olduğunu gösteren bir durum olarak değerlendirilebilir. 12 Angry Men'in çekildiği zamanda aslında Amerikan yargı sistemine göre sadece erkekten oluşan ve ırk ve renk farkı olmayan bir jüri olması normal bir durum değil, yine de karakterler çok farklı yapılarda olduğu ve farklı toplum ve yaştan kesimleri temsil ettiği için bu durum çok negatif değerlendirilmiyor.

Yüksek derecede önyargılı bir karakter konuşulan argümanları anlamak yerine bağırıp kendi görüşlerini savunmayı tercih eden bir duruş sergiliyor. Diğer karakterlerin sessizlik cevabını kullanarak bu karakteri çözümlemeleri ile oluşan etkileyici sahne aşağıda yer alıyor.

7 Şubat 2016 Pazar

She's Funny That Way - Ben pembeye inanırım

Sihir, mucize, ilham, tesadüf gibi kelimelerin etrafında kurulu, komedi ve ironi ile beslenmiş bir film She's Funny That Way. İlk sahnesinden sonuna kadar, müziğin de verdiği canlı ve neşeli hisle eğlenceli bir zaman vaadediyor.

Filmdeki oyuncu kadrosunun çok renkli olmasının yanı sıra, yönetmen Peter Bogdanovich'in usta elinden çıkan sahneler kurgunun sağlam bir yapıya oturmasını sağlıyor. Filmin bir Woody Allen filmine benzediği açık; genele hakim olan dinamik ton ile senaryonun anlatılma biçimi ve filmdeki müzik kullanımından bu hissi alabilirsin. Sahnelerdeki geçişler ile olayların karıştığı sahnelerde bulunan olumlu tonlardaki müzik seçimi bu algıyı tetikliyor.

Hikaye, başroldeki Imogen Poots'un oynadığı Izzy'nin şanssız hayatının nasıl bir anda değiştiği üzerine konumlanıyor. Aslında çok da olumlu olmayan gelişmeleri film boyunca Izzy'nin bakış açısından izliyorsun. Eskort yerine yaptığı işi ilham vermek olarak tanımlaması, çok mutsuz olduğunda kendini Audrey Hepburn'un sözleriyle avutması, hep mutlu sonlara inanması pembe bir hikaye çiziyor. Film genel olarak umut, sihir ve ilham temalarının havada uçuştuğu bir film olarak algılanabilir, ama komedi ve ironinin yüksek dozda bulunması pozitif temaların toplamının çok da rahatsız edici olmamasını sağlamış durumda.

Tesadüflerin getirdiği karmaşa ve bu karmaşadaki ironiyi işlerken aynı zamanda senaryoyu komediyle süslemek Owen Wilson'ın başarılı olduğu yanlardan biri. Burada da ilişkiler ve ikili konuşmalar ne kadar ilginç ve kaotik bir hale gelirse, komedi unsuru o derece artıyor. Owen Wilson'ın yer aldığı bu tip karmaşık ve eğlenceli sahnelerden birini aşağıda izleyebilirsin.



13 Ocak 2016 Çarşamba

Mermaids - Okyanusun dibine dönen odada uçan balıklar

Mermaids başta klasik bir dram filmi gibi dursa da birçok alanda güçlü altyapıya sahip. Cher, Winona Ryder ve Christina Ricci kadrosuna sahip olması en önemli yanlarından biri. Bu oyuncuların birbiriyle olan uyumu da senaryoyu destekleyen bir faktör. Christina Ricci'nin 9 yaşında oynadığı ilk filmi olmasına rağmen başarılı bir performans sergiliyor.

Cher diyince akla sadece Strong Enough gelmemeli. 90'larda birçok şarkısıyla kariyerinin zirvesinde olan Cher, bir yandan da orijinal ve ilgi çekici filmler çekmekte de geri kalmadı. Oynadığı karakterlerde ortak nokta bu karakterlerin toplumda farklı duruşu olan sıradışı karakterler olmasıydı.

Mermaids'in müthiş müzik seçimini, filmin başrol oyuncusu Cher'e bağlayabilirsin. Müzik sektöründen biri film sektörüyle flört ettiği zaman - bu küçümsenemeyecek bir kişiyse - oynadığı filmin müziklerini de kaliteli seçecektir. Bu tip filmlerden çok başarılı single'lar da çıkabilir. Mermaids 60'larda geçtiğinden burada da 60'lara ait çok keyifli bir albüm karşına çıkıyor.

Filmin temelinde yer alan aile ilişkileri içinde Winona Ryder'ın karakterinin yaşadığı ergenlik probleminin özgün biçimde işlenmesi filmi son derece farklılaştırıyor. Karakterin sesli konuşmak yerine tüm problemleri içinde konuşarak yaşaması, bir gün rahibe olmak isterken hemen ardından aşık olup duygularının karışması ve öpüşerek hamile kaldığını sanması filmi ilgi çekici kılan ve diğer ergenlik temalı filmlerden ayıran noktalar. 90'ların gözde aktörlerinden olan Winona Ryder'ın, Beetlejuice, Edward Scissorhands, Dracula, Alien ve Mermaids de dahil olmak üzere oynadığı filmleri sıradışı seçtiği söylenebilir. Ryder'ın oyunculuğu filmi sıradanlıktan kolayca sıyırıp, konu basit gibi gözükse de çok ayrı bir derinlik katıyor.

Filmin son sahnesindeki soundtrack eşliğindeki dansı aşağıda izleyebilirsin.